4 Kasım 2011 Cuma

madakalya

Bazen sevdiği bir insandan uzun bir süre haber alamazdı, araya garip bir soğukluk girer, selam vermeden geçen her gün sohbet etme ihtimali yüzdelik dilimlerde düşerdi. Evvelini hatırlamaz, bu soğukluk neden kaynaklanmıştır bilmez, ne zaman sonlanacaktır kestiremezdi.

Tophane'de C.'nin oturduğu kahvenin yerinde şimdi koca başka binanın yanında dikilirken aklına getirdi bunları. Kaldırım boyunca beden derslerinden hatırlarında kalan önündekinin omuzundan hiza almada başarılı insanlar geçti önünden. Sonra başka garip düşüncelere daldı. Elindekine kitaba baktı, Güler'i merak etti.

Bu sırada hala insanlar geçiyordu önünden, kimileri yola taşmış. Bellidir, onların aceleleri var. Belki şu koltuğunun altında çanta taşıyanı üst dereceden emekli bir banka müdürü. Arkasında yürüyene ne demeli, o da bir polis. Polisleri daha kolay tanırdı; sert bakışlar, kulaklara doğru indikçe kısalan saçlar, temiz tıraş.

Saatine baktı, 5'e yirmi vardı. Sahil tarafına geçti, bir yere yetişme niyetindeymiş gibi adımlarını hızlandırdı. Yanından geçen ve onu eskiten insanlara bakmıyordu bile, düşünüyor gibi bir hali vardı (ama düşünmüyordu da). Yürürken baş parmak tırnağını işaret parmağına batırıyordu. Bunu çocukken pazara gittiklerinde yapardı. Pazarları sevmezdi. Roman kahramanları gibi kalabalıktan hoşlanmadığından değil sadece annesinin pazarlık etmesinden hoşlanmadığından sevmezdi.

Yol beklediğinden beş dakika daha uzun sürmüştü ama varsın sürsündü. Yeter ki onu bulsun, durumu kendince izah etsin isterse daha da uzun sürsündü, bunun bir önemi yoktu. Hem zaten yürümekten yüksündüğü de yoktu. Tahtakale'nin dik yokuşunu tırmanmadan sağdaki sapa sokağa girdi. Çalıştığı hanın kapısına gelince bütün bu düşünceleri değişti, şimdi aksine buraya geldiği için kendine kızıyordu, ne vardı durduk yerde özür dileyecekti, belki dilemeliydi ama şu anda zamanı değildi.

Bu sefer öncekinden biraz daha yavaş olmak kaydıyla Galata'ya yürüdü. Bankta oturan tek tük insan gördü. İnsanların dinlenmeye bile vakti yoktu. Tünele doğru çıktı. Burada da acelesi olanlar, sevgilisini bekleyenler, ayyaşlar, gazoz satıcıları, ayakkabı boyacıları, tüccarlar, dilenciler, sinema önünde bekleyen şaşı kadınlar vardı. Yalnızlığı sevmezdi, insanların içine karıştı. C.'nin oturduğu kahve geldi aklına sonra yine Güler'i, bu kez ardından Ayşe'yi merak etti, bilhassa ayaklarını.

Bazen sevdiği bir insandan uzun bir süre haber alamazdı, araya garip bir soğukluk girer, selam vermeden geçen her gün sohbet etme ihtimali yüzdelik dilimlerde düşerdi. Evvelini hatırlamaz, bu soğukluk neden kaynaklanmıştır bilmez, ne zaman sonlanacaktır kestiremezdi. Bunları düşündüğü anı düşündü yeniden. Karşı da onu görünce nice saçma geldi bu düşünceler. Kendi düşünceleri değilmiş gibi küçümsedi.

     -Sinemaya girelim mi?
     -Açım ben.