29 Mart 2011 Salı

festivalinizi nasıl alırdınız?

İstanbul Film Festivali 2 Nisan'da başlıyor. Hala bilet bulma şansınız olduğunu söylemeliyim.  Hafta içi 11.00, 13.00 ve 16.00 seansları ve tüm türk filmleri her zaman olduğu gibi 4 lira. Biletleri festival sinemalarından almaya çalışın, Biletix 4 liralık bilette 1 lira 75 kuruş para alıyor fazladan. Festival kitapçığını mutlaka satın alın, bir hatıra kalır bu bahtiyar günlerden size.

Şimdi size yok şu filme gidin, yok bu filmi mutlaka izlemelisiniz gibi burnu büyük önerilerde bulunmayacağım, hangisi hoşunuza giderse ona takılın biraz. Beni soracak olursanız her zaman olduğu gibi Hisar Kısa Film Seçkisi'ne ve bir de her zaman filmini çekmenin hayalini kurduğum Sirkeci-Halkalı tren yolunu ve çevresindeki hayatları anlatan Banliyö belgeseline bilet aldım. Belki bir iki film daha eklerim sessiz sakin olanlarından.


Ayrıca ücretsiz(beleş) workshoplar-terim diye çevirmiyorum- bu sene de devam ediyor. Onlar için detaylı bilgiyi de buradan edinebilirsiniz. Ben Akbank Kısa Film Festivali'nde ödül alan filmlerin gösterimine gitmeyi planlıyorum. Bu arada İksv'ye de gönüllü olarak başvurdum, artık gönüllü lazım olursa kanımla canımla yardımlarına koşarım.

Bir de 'Allah'ım böyle fikirler kimin aklına geliyor' diye şaşırdığım bir site açmışlar; insanlar festivalle ilgili kendi hikayelerini paylaşıyorlar. İsmi de pek manidar filmgibi30yıl

Son son şunlar var ki söylemek isterim Emek'ten sonra Yeni Rüya'da kapandı, artık bir sonraki sene ya Beyoğlu ya da Atlas Sineması kapanır, süper olur, süper kentleşiriz.

Festival çizelgesini indirmek için buraya, festival ana sayfasına gitmek içinse buraya tıklayabilirsiniz.

dipnot: o kadar canım sıkkın ki festival kitapçığı bile engel olamıyor bu duruma..

13 Mart 2011 Pazar

benzer parodiler

Hava durduk yere bozmuştu, cebimde kalan son bozukluklar gibi ve böyle bir günde sokağa çıkmaya yeltenen hiç kimse kadar dolu sokaklardan, uzun yürüyüşleri uman yokuşlardan ve bir de benden haber alamayan insanlardan çekiniyordum sadece. Önüme gelen çöp tenekelerinin içine eğiliyordum sanki ilk defa yapıyormuşum gibi. Eskiden, okuduğum zamanlardan hatırımda kalan bir cümle surat ifademe güzel yumruklar halinde iniyordu: 'insanları çöpleri ele verir, 1 litrelik kola şişesi yalnız bir adamı işaret eder ve eğer sen yalnızsan zaten yazık'. O zamanlar pek önemsemediğim bu cümlenin şimdi karşımda bana diz çöktürüyor olması, mağlubiyetlerimin en zayıf duygularımı toprağa gömmesine izin vermiyordu. Aklımın tam ortasında kalpten yükselen bir parça çalıyordu iki kişinin söylediği. Bunu hissediyor olmam yaşadığıma bir işaretti. Ama her zaman bir ama'nın oluşu yürümeme engel gibiydi.

Karnım açtı ve büyük şehrin lokmalarından biri olmaya pek hevesliydim. Ağzını kocaman aç diyen annesine uyan bir çocuk kadar güzel olan bu şehrin belki en lezzetli lokması olmayacaktım ama bunu bilmeyen insanların oluşu içimi rahatlatıyordu. Karnım açtı ve gözümün önünde ölümün, sonsuzluğa kavuşmanın anahtarı olduğunu anlatan rahibin saplantılı fikirlerini dinlemektense ölüme yaklaştığım şu anda korkuyla acının çok yakın kavramlar olduğunu insanoğluna anlatmak isteyişim nefesimi tutmama engel oluyordu.

70lerden çaldığım bir Pazar gününde kılık kıyafetim tam yerinde ölmeyi arzulayan bir adamdım. Ama hayal ettiğim ölme şekliden çok uzakta, bir dilenciden çok hala bir beyefendi gibi. Böyle ölmeyi yakıştırdığım adamlar da vardı ama ben yukarıdaki gibi bir ölümü hak etmeye çalışmıştım yıllarca. Oysa şimdi saçım sakalıma karışmamıştı, üstümde kirlenen kıyafetlerimden öte kirlenen bedenim ve arkamdan arayıp soracak insanlar vardı.

Ama dediğim gibi böyle ölüyordum ve son duyduğum radyoda çalan şeydi, hay aksi, hep unuturum zaten o adamı, John Parish miydi, hah yok yok Matt Elliot'tı. Sanki benim için söylemiş dostlarımla demlenirken dinleyeyim diye 'The Failing Song'.