
Karnım açtı ve büyük şehrin lokmalarından biri olmaya pek hevesliydim. Ağzını kocaman aç diyen annesine uyan bir çocuk kadar güzel olan bu şehrin belki en lezzetli lokması olmayacaktım ama bunu bilmeyen insanların oluşu içimi rahatlatıyordu. Karnım açtı ve gözümün önünde ölümün, sonsuzluğa kavuşmanın anahtarı olduğunu anlatan rahibin saplantılı fikirlerini dinlemektense ölüme yaklaştığım şu anda korkuyla acının çok yakın kavramlar olduğunu insanoğluna anlatmak isteyişim nefesimi tutmama engel oluyordu.
70lerden çaldığım bir Pazar gününde kılık kıyafetim tam yerinde ölmeyi arzulayan bir adamdım. Ama hayal ettiğim ölme şekliden çok uzakta, bir dilenciden çok hala bir beyefendi gibi. Böyle ölmeyi yakıştırdığım adamlar da vardı ama ben yukarıdaki gibi bir ölümü hak etmeye çalışmıştım yıllarca. Oysa şimdi saçım sakalıma karışmamıştı, üstümde kirlenen kıyafetlerimden öte kirlenen bedenim ve arkamdan arayıp soracak insanlar vardı.
Ama dediğim gibi böyle ölüyordum ve son duyduğum radyoda çalan şeydi, hay aksi, hep unuturum zaten o adamı, John Parish miydi, hah yok yok Matt Elliot'tı. Sanki benim için söylemiş dostlarımla demlenirken dinleyeyim diye 'The Failing Song'.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder