29 Nisan 2012 Pazar

başlıksız

Yazı öncesi edisyonu: Öykünün iki farklı versiyonunu dinlemek için TAK ya da TUK.

Metrodan indim. Otomatik kapıların tıslama sesi, asansörün kendine has yağlı kokusu, üç kez üst kilit, iki kez alt kilit, kapının açılması, elimdeki poşetlerin mutfağa savrulma efekti, kendimi salondaki berjer koltuğa bırakışım, koltuktan kalkan tozların loş ortamdaki fotoğraf karesi, koltuğun döşemesine nüfuz eden koca götüm, yarısı açık perdeden giren akşam güneşi, televizyonun yanındaki duvar aynasında uzaktan tanıdık bir surat, sonradan kaçı kaç geçtiği hatırlanmayacak saat, uyku.

Bütün gün, gece, ertesi gün, hatta ertesi günün akşamı; kaç saat uyunabilirse. Bu sefer daha dikkatli olmak kaydıyla saate baktım: 16.14. Kalktım, yüzümü yıkadım, mutfağa saçılan domatesleri topladım, evyenin içindeki bulaşıkları sudan geçirdim, bulaşık makinesine dizdim, atıştırmalık bir şeyler hazırladım. Yeniden berjer koltuk, önümde masa, üzerinde atıştırmalıklarım, sağımda duvara yakın duran televizyondan gelen boş sesler. Kulak kesilsem arada söylenenlerden kendime bir pay çıkarabilirim belki ama ne gerek. Saate baktım: 16.54. Aradaki ayakkabılıktan bim poşeti içindeki kramponlarımı alıp yatak odasına geçtim, çantamın içine attım. İçeriden telefonun sesini duyup salona döndüm. 

1-Mesaj: Arkadaslar su takimi bir daha yenelim! simdi hepinizin birer LAMPARD olduğunuzu gösterme vakti! :) 5:30'da terazidere'de olun KARTALLAR!!! 6da sahaya çikip 7'ye kadar durmadan savaşıcazzz...

Ahmet'in hoyrat türkçe kullanımına alıştığımdan, 'tamamdir yavru, gorusuruz' yazıp telefonu berjer koltuğun kolluk kısmına bıraktım. Telefon herhangi bir mesajla titreyip düşebilirdi, benim de beklediğim tam buydu belki. Tekrar yatak odasına döndüm. Galatasaray formamı, formamdan bağımsız gri şortumu, fazladan çorabımı, şifonyerin üzerinden deodorantımı alıp çantaya yerleştirdim. En son mutfağa dönüp fazla poşetlerden bir bim poşeti daha attım çantaya maç sonu kirlileri koymak için. Evden 17.00'da çıktım.

Metrodan indim. Otomatik kapıların tıslama sesi, Terazidere'nin tehlikeli sokakları, takım arkadaşlarıyla selamlaşmalar, Ahmet'in maç konuşması, koridorda başlayıp boş alanda devam eden ısınma hareketleri, ilk depar, ikinci depar, üçüncü başarısız pas, kalede bir kaç kurtarış, savunmaya sitemde bulunma, direkten auta giden şut, geçse ne pastı denilecek ara topu, savunmada az adamla yakalanıp topu ikinci alana taşıma başarısı gösterme, ter kokan soyunma kabini, rakip takıma ayağınıza sağlık dilekleri, takım arkadaşlarıyla vedalaşma, Terazidere'nin tehlikeli sokakları, otomatik kapının tıslama sesi. Metroya bindim.

Berjer koltukta oturmuş meyve soyuyordum, sağ tarafımda televizyondan garip sesler geliyordu, ah bir dinleseydim belki de... Telefonum çaldı, meyve soyma işini bitirince kalkıp ellerimi yıkadım, telefona baktım: mesaj.

2-Mesaj: Biliyorum belki hic iyi oynamadim ama oynamasamda yenemezdik biz bunlari adamlarda cok iyiydi. bozmayin moralinizi kartallar :)

Cevap vermedim, meyvemi bitirdim, televizyonu fişten kapattım, yatağıma geçtim. Gündelik sıkıntılarımı düşünmeyerek yok edebiliyordum, aynı anda hem işsiz güçsüz hem de dertsiz tasasız olabiliyordum; bu iyi bir şeydi. Yattım.

Yattığım yerden doğrulup, perdeye uzandım. Hafiften araladım. Hava henüz aydınlanmamıştı. Pencereyi açıp elimi dışarı uzattım, avucumu bir öne bir arkaya savurdum, rüzgar yok gibiydi. Sol elimi duvara sürerek yatağa geri uzandım, ardından komodinin üzerindeki telefonu aldım. İki mesajım vardı.

3-Mesaj: Beyler çarsamba gunu maç var. kadro yine aynı ben, burak, ogun, omer, oskan, tolga we benim getircegim bi abi. cevap verin..

4-Mesaj: Beyler ACİLLLL cevap!!!

Cevap atmadım. Yataktan çıktım, üzerime bir hırka geçirdim, dışarıya attım kendimi. Hava beklediğimden sıcaktı. Açık bir çorbacı bulabilme ihtimalimle onu bulmam arasındaki bağıntı, fena halde birbirine benzeyen sokaklar, içsel dışsal çarpım, tıkalı mazgallar, çorbacı, is kokan sokaklar, çöp dolu konteynerler, çorbacı, kapalı kepenkler, ıssız köpekler, sarhoş tinerci uykusu, çorbacı. 'Açığız' yazısının içinden geçip en köşe masaya oturdum. Gençten bir çocuk geldi: 'Abi ne içersin?'

5-Son: Çorba var mı?

9 Nisan 2012 Pazartesi

geçiyordum hiç .2.

Asansörle birlikte hayatımın alt katmanlarına yolculuğum başladı; 3, 2, 1. Apartmandan çıkıp köşedeki taksiye el ettim. 'Merhaba, İstiklal lütfen'. Taksi ana caddeye savrulurken ben yine düşüncelere daldım. Trafik olur diye İstiklal'e gelmeden indim. Pera'nın arkasından İstiklal'e geçtim. Yarım saat erken geldiğimden ve evden çıkarken doğru düzgün bir şey yemediğimden Ağa caminin oradan sapıp yönümü dürümcüye çevirdim. Henüz vakit neye vardı orasını bilmeme imkan yoktu.

Kapının üçüncü çalınışında kendime geldim. Koltuktan doğrulup önce istemsiz duvarda benden önce de var olan saate bakıp ardından kapıya koştum. Sersemlemiş halim misafirlerimi güldürdü. Ben ekmek almaya çıktığımda her biri kendi telaşesinde olan misafirlerim... Masaya geçtik. Yemekleri servis ederken, biraz daha yemeleri konusunda ısrar ederken, sofrayı toplarken, bana yardım etmelerine izin verirken, kahveleri hazırlarken, hatta fal bakıp bakamayacağımı sorduklarında yüzümü ekşittiğimde bile aslında pek önemsiz görünen, aklımda büyükçe yer kaplayan şey zil sesiyle yarıda bölünen rüyamın devamıydı.

Saat 10 buçukta misafirlerimi uğurladım, bilgisayarı açıp hayatımın eksenine Eksen'i yerleştirdim, o da Björk'ten Like Someone in Love'ı. Maria yardım etmek için benimle kalmıştı. 11 gibi bulaşıkları yıkamaya başladık. Gördüğüm rüyanın ayrıntıları yağlı tabakların üzerinden akan deterjan gibi evyenin içindeki girdaba karışarak gözden kayboluyordu. İşler bittikten sonra Maria balkona geçip bir sigara yaktı. Ah düşünceli kız, sigara kokusuna tahammülüm olmadığını öğrenmiş demek. Elimde anannemin ördüğü gri hırkayla yanına çıktım, balkon kapısını üzerime çektim. Hırka, nazenin bedenine biraz büyük geldi. Daha önceleri pek konuştuğumuz söylenemezdi belki ama bu sefer gün boyu hiç konuşmamıştık. Sigarasından son fırtı çekerken yüzüme gülümseyerek baktı. Balkon kapısını açtığımda içeriden yüzümüze I Dig Love'ın melodisi vuruyordu. Arkamda kaldığı için yüzümü göremedi ama ben de gülümsedim. Yalnız olsam hiç değilse nakarata eşlik ederdim.

Maria'ya kendi yatağımı verdim, ben de kanepeye uzandım. Aklım fikrim rüyadaydı, aşağı yukarı aynı ortamı yaratmıştım. Maria'ya iyi geceler diledikten sonra... Sabah matkap sesiyle uyandım...


1 hafta sonra pazartesi


Beş arkadaş arabayla Regensburg'tan Münih'e doğru yol alıyorduk. Hep beraber çıktığımız bu yolda aslında her birimiz kendi hikayesinde yol alan beş kişiydik. Radyoda cızırtılar arasında Eurotrash Girl çalıyordu. Maria başını bana yaslayıp şarkıya eşlik etmeye başladığında klişe aşk sahnemiz tamamlanmış gibi hissettim. Bir yandan yalnızlığın ağırlığının üzerimden kalkmasına seviniyordum, bir yandan da fazladan bir başa üzüntülerimi sattığıma inanamıyordum.

Dürümümü bitirmiş çayımı içmiş, hesabı öderken bir yandan da ağzıma karanfil atma peşindeydim. Saatimi kontrol ettim, on dakikam daha vardı. Caminin arasından tekrar İstiklal'e saptım. Koyu lacivert boyalı bir binanın önünde durdum, başımı kaldırıp üçüncü katın penceresine doğru baktım. Açık camdan dışarı tüller savruluyordu. Binanın yan caddeye bakan girişine yöneldim, garip posterleri olan karanlık koridordan geçip asansöre bindim, 3 tuşuna bastım. Asansörle birlikte hayatımın 0 seviyesine yolculuğum başladı: 1, 2, 3.

Korna sesleriyle uyandım, alnımı avucumun içine silip, ıslaklığı camın soğuk yüzeyinde gezdirdim. Kaskatı kesilen sırtımı kütürdettim, arabadan indim.

edisyonal hareketler bunlar: 'Geçiyordum Hiç'e devam etmeyeceğim, başvurduğum burs çıkmayınca benim de Regensburglara falanlara filanlara gitme ihtimalim kalmadı. Kırıldım. Öyle ha deyince de olsun lan canım sağ olsun denmiyor.