9 Nisan 2012 Pazartesi

geçiyordum hiç .2.

Asansörle birlikte hayatımın alt katmanlarına yolculuğum başladı; 3, 2, 1. Apartmandan çıkıp köşedeki taksiye el ettim. 'Merhaba, İstiklal lütfen'. Taksi ana caddeye savrulurken ben yine düşüncelere daldım. Trafik olur diye İstiklal'e gelmeden indim. Pera'nın arkasından İstiklal'e geçtim. Yarım saat erken geldiğimden ve evden çıkarken doğru düzgün bir şey yemediğimden Ağa caminin oradan sapıp yönümü dürümcüye çevirdim. Henüz vakit neye vardı orasını bilmeme imkan yoktu.

Kapının üçüncü çalınışında kendime geldim. Koltuktan doğrulup önce istemsiz duvarda benden önce de var olan saate bakıp ardından kapıya koştum. Sersemlemiş halim misafirlerimi güldürdü. Ben ekmek almaya çıktığımda her biri kendi telaşesinde olan misafirlerim... Masaya geçtik. Yemekleri servis ederken, biraz daha yemeleri konusunda ısrar ederken, sofrayı toplarken, bana yardım etmelerine izin verirken, kahveleri hazırlarken, hatta fal bakıp bakamayacağımı sorduklarında yüzümü ekşittiğimde bile aslında pek önemsiz görünen, aklımda büyükçe yer kaplayan şey zil sesiyle yarıda bölünen rüyamın devamıydı.

Saat 10 buçukta misafirlerimi uğurladım, bilgisayarı açıp hayatımın eksenine Eksen'i yerleştirdim, o da Björk'ten Like Someone in Love'ı. Maria yardım etmek için benimle kalmıştı. 11 gibi bulaşıkları yıkamaya başladık. Gördüğüm rüyanın ayrıntıları yağlı tabakların üzerinden akan deterjan gibi evyenin içindeki girdaba karışarak gözden kayboluyordu. İşler bittikten sonra Maria balkona geçip bir sigara yaktı. Ah düşünceli kız, sigara kokusuna tahammülüm olmadığını öğrenmiş demek. Elimde anannemin ördüğü gri hırkayla yanına çıktım, balkon kapısını üzerime çektim. Hırka, nazenin bedenine biraz büyük geldi. Daha önceleri pek konuştuğumuz söylenemezdi belki ama bu sefer gün boyu hiç konuşmamıştık. Sigarasından son fırtı çekerken yüzüme gülümseyerek baktı. Balkon kapısını açtığımda içeriden yüzümüze I Dig Love'ın melodisi vuruyordu. Arkamda kaldığı için yüzümü göremedi ama ben de gülümsedim. Yalnız olsam hiç değilse nakarata eşlik ederdim.

Maria'ya kendi yatağımı verdim, ben de kanepeye uzandım. Aklım fikrim rüyadaydı, aşağı yukarı aynı ortamı yaratmıştım. Maria'ya iyi geceler diledikten sonra... Sabah matkap sesiyle uyandım...


1 hafta sonra pazartesi


Beş arkadaş arabayla Regensburg'tan Münih'e doğru yol alıyorduk. Hep beraber çıktığımız bu yolda aslında her birimiz kendi hikayesinde yol alan beş kişiydik. Radyoda cızırtılar arasında Eurotrash Girl çalıyordu. Maria başını bana yaslayıp şarkıya eşlik etmeye başladığında klişe aşk sahnemiz tamamlanmış gibi hissettim. Bir yandan yalnızlığın ağırlığının üzerimden kalkmasına seviniyordum, bir yandan da fazladan bir başa üzüntülerimi sattığıma inanamıyordum.

Dürümümü bitirmiş çayımı içmiş, hesabı öderken bir yandan da ağzıma karanfil atma peşindeydim. Saatimi kontrol ettim, on dakikam daha vardı. Caminin arasından tekrar İstiklal'e saptım. Koyu lacivert boyalı bir binanın önünde durdum, başımı kaldırıp üçüncü katın penceresine doğru baktım. Açık camdan dışarı tüller savruluyordu. Binanın yan caddeye bakan girişine yöneldim, garip posterleri olan karanlık koridordan geçip asansöre bindim, 3 tuşuna bastım. Asansörle birlikte hayatımın 0 seviyesine yolculuğum başladı: 1, 2, 3.

Korna sesleriyle uyandım, alnımı avucumun içine silip, ıslaklığı camın soğuk yüzeyinde gezdirdim. Kaskatı kesilen sırtımı kütürdettim, arabadan indim.

edisyonal hareketler bunlar: 'Geçiyordum Hiç'e devam etmeyeceğim, başvurduğum burs çıkmayınca benim de Regensburglara falanlara filanlara gitme ihtimalim kalmadı. Kırıldım. Öyle ha deyince de olsun lan canım sağ olsun denmiyor.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

çağın delisine sevgilerimle.. okunuyorsun. kayhan..

Burak B. dedi ki...

kayhan yaşadığına göre ben de yaşıyorum. sevgiler bu taraftan.