Bar tabureleri üzerinden akıp giden zamanın acizliğine, kendimi ortasında bulduğum durumun gülünçlüğüne kimseyi inandıramadım. Soğuk ve boş kaldırımların, izbe ve terkedilmiş endüstri fabrikalarının, nemli ve sinir bozucu nezle girdaplarının yalnızlığa terkediliş hikayelerinde bir burukluk, kırılmışlık buldum. Eski telefon kulübeleri kadar eski; spotlarından biri sönmüş otele paralel reklam panolarının yılgınlığı kadar yılgın; paslı demir kaydıraklar kadar paslı, her şey olması gerektiği kadar her şey. Hiç kimsenin hiçbir şey ifade etmediği şu günlerde aynı havadan soluyan iki aynı dünya insanı tanıdım.
Saçımı ve dahi yalnızlığımı birkaç damla suyla ıslatıp bir yanda toplamaya çalıştım, açık kapıdan geçip merdivenlerde yükseldim, zile bastım.
“Niye zahmet ettin?“
“Ne zahmeti canım.“
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder