7 Ekim 2012 Pazar

#biziüzenşeylerekarşı

nuri bilge ceylan'a, zeki demirkubuz'a, fatih akın'a bak ne güzel tam yönetmen isimleri ya da emrah serbes'e, alper canıgüz'e, barış bıçakçı'ya bak tam romancı isimleri. her şey isimde bitiyor arkadaş, benden tabi ki bir cacık olmaz, bir sefer soyadımda hayır yok, yani isimden yine kurtarabilirdim ama soyadım işi tümüyle bozuyor. 

olsun, yine de yılmadım, yeni yayın döneminde açık radyo'ya program yapmak için başvurdum, durumu açık açık anlattım yani, soyadım b. ama bir şansı hak ediyorum bence yine de dedim. programın ismini sordular, 'bizi üzen şeylere karşı' dedim. böyle isim mi olur demeye yeltendiler, 'durun size giriş jeneriğini okuyayım' dedim, önümdeki kağıda bakarak 'merhaba, ben annemin atmaya kıyamadığı eşyalar, bizi üzen şeylere karşı'nın ilk yayınına hoş geldiniz. bugün aranıza montreal'den katılıyorum. montreal'de hava çok bulutlu altı derece, meteoroloji uzmanlarına göre yağış ihtimali bulunuyor' dedim.

'programı yalnız mı sunacaksınız?' diye sordular ters ters bakarken. 'yani aklımda birileri yok, aslında arada arkadaşlarımı da getirmek istiyorum. misal aramızda bizi üzen şeylere ilk karşı çıkan isim doğan'dı, okulu bıraktı, kendine bir stüdyo açtı, şahsen ben gidip göremedim ama bir stüdyosu var yani. bir de ömer var misal, bir miktar hayat tarafından ezilmiş diye nitelendirir kendisini. ama o kendisini üzen şeylere karşı şu anda tiyatro sınavını kazandı. o başarmış, bize anlatabilir karşı koymayı. hayatta çoğumuz bizi üzen şeylere karşı koyamıyoruz ama bu program bizi birbirimize yakın hissettirecek bir iletişim yolu olabilir diye düşünüyorum. çünkü bizi üzen şeylere karşı, ucu açık kalmış bir cümle başı gibi, öznesi gizliden biz olan bir eksiltili cümle gibi. tamamlamak bize kalmış. ben bunları hatırlatmayı amaçlıyorum. biri çıkar beni üzen şeylere karşı oturup onları izlemeye devam ettim der, öteki bağırır ve beni üzen şeylere karşı silah doğrulttum der. misal ben beni üzen şeylere karşı yere kapaklandım diyorum.' diye karşılık verdim. 'bir gün radyoyu açarız, kanallar arasında dolaşırken en sevdiğimiz şarkıya rastlarız ama sonu çalıyordur, buna üzülürüz. hepimiz yaşamış olabiliriz bu durumu ya da yaşama ihtimalimiz vardır, işte ben bizi üzen bu tür şeylere karşı bir tavır takınmak istiyorum, o şarkıyı tekrar çalayım istiyorum, belki gerçekte şarkının sonunu yakalamış birisi olmayabilir ama olsun tekrar çalayım ki hayata karşı duruşumuz belli olsun. bir kitap almak istiyorsunuzdur, paranız da kısıtlıdır, ben o gün elimdeki kitabı bir vapurda bırakayım, siz alın o kitabı, varsın sizin almak istediğiniz kitaptan farklı bir kitap olsun, sizi üzen şeylere karşı böyle bir tavır takınmış olayım ben. bizi üzen şeylere karşı kadeh kaldıralım hep birlikte, gidişatı değiştirmek için.' uzun soluklu bir paragraf kadar konuşmuştum, içimden taşanların ağzıma gelenleri kadar anlatmıştım niyetimi. durmaya niyetim yoktu.

'siz sormadan ben söyleyeyim, 25 dakikalık bir program öngörüyorum, yani aslında 55 dakika seçeneği de güzel ama konuşacak o kadar konu bulamam, zaten şayet program yapmama izin verirseniz bu benim için ilk olacak o yüzden kısa olmasını tercih ederim. yine izin verin de sizi yormadan ben anlatayım. elbette bir açık radyo dinleyicisi olarak müzik zevklerimizin paralellik gösterdiğini söyleyebilirim lakin ne tür müzik çalacaksın derseniz buna cevap veremem. çünkü ben müzikleri program öncesinde hiç ummadığım anlarda rastladığım şarkılardan oluşturmak istiyorum. güzel şarkılara ayaküstü rastlanabileceğini, bunun mümkün olabileceğini kanıtlamak istiyorum ve ayrıca o an çalacak esere nerede, ne yaparken rastladığımı da  anlatmak istiyorum.'

bir koca paragraf daha anlatmıştım derdimi, durmadım, hız kesmedim.

'siz sormadan ben söylemeye devam edeyim. bizi üzen şeylere karşı'nın sosyal sorumluluk yanı var mıdır? bu programla ilgili şayet biri böyle düşünürse buna üzülürüm hatta bozulurum. bizi üzen şeylere karşı durmak sosyal sorumluluğumuz değil mi diye sorarım ben de. ama bunun dışında elbette bizi üzen toplumsal şeylere de karşı bu program. yüksek lisansa kabul için görüşmeye girdiğimde hocalardan biri bana bilmembirşeyle alakan var mı demişti, çok heyecanlıydım duymamıştım, efendim diye sormuştum, hoca tekrar bilmembirşeyle alakan var mı demişti, ben de soruyu tam duyamadığımdan yok demiştim. hocanın sorduğu soruyu o anı kafamda sonradan canlandırdığımda anlamıştım akkuyu'yla alakan var mı, ilgileniyor musun demişti. hem hocaya hem de size cevabım evet. akkuyu'yla da ilgileniyorum, hasankeyf'le de ilgileniyorum, ayı gyrlls'i de seviyorum.'

'şimdi anlattıklarımın sonuna geldiğime göre azıcık duygusal yazayım ama gerçek de yazayım. beni almazsanız size kırılmam da gücenmem de. bir sonraki yayın döneminde burada olursam yine başvururum, yine almayın yine darılmam yine gücenmem. çünkü bana sorsanız, ben de kendimi almazdım herhalde, çünkü tuşlara gereksiz basıp her an bozabilirim aletleri. alet diyorum yani artık ne olduğunu bile bilmiyorum, durum bundan ibaret. öyle ya da böyle değil; günbegün, yılbeyıl, onyılbeonyıl hep kalbimdesiniz. sevgilerimle.' iki koca paragraf daha anlatınca nihayet durmuş, karşıdan cevap bekler pozisyona geçmiştim.

Hiç yorum yok: