27 Eylül 2012 Perşembe

önümüzdeki maçlara bakıcaz

bir odada mülakat için bekleyen yirmi kişiyiz. odadaki görevlilerden daha üst mertebedeki bir görevli geliyor ve kızlardan başlayalım diyor, öteki iki görevli başlarıyla onaylıyorlar. kadın bugün mülakat yapmayalım, hadi eve gidelim dese peki diyecek kıvamdalar. her seferinde üç kişi olmak koşuluyla kadın odadan alıp başka bir yere götürüyor kızları. biz de kızların bitmesini beklerken sohbet halindeyiz. her geçen dakika kravatım biraz daha sıkıyor, heyecanım bir kat daha artıyor. o an bilinen bütün telkin yöntemleri çaresiz. nihayetinde kızlar bitiyor, erkeklere sıra geliyor. ilk üçlü erkek grubunun içindeyim. ismimi duyunca hemen kapının önündeki kadına doğru hareketleniyorum. önde üst mertebedeki kadın arkada üç yavrusu uzunca bir koridoru geçip kuytuda kalan odaya giriyoruz. içeride şimdi yeni gördüğüm iki kadın daha var. kapalı olanı ceketlerimizi, ayakkabılarımızı, çoraplarımızı çıkarmamızı; pantolon paçalarımızı katlamamızı rica ediyor. komutanından ilk defa emir almış acemi askerler gibi bir köşeye siniyoruz. içeri girdiğimizden beri oturan kadın ayağa kalkıyor ve ismimi okuyor. ''öncelikle boyunuzu, ardından kilonuzu ölçeceğiz, lütfen topuklarınızı tam olarak tahtaya değdirir misiniz ve ben söylemeden lütfen hareket etmeyin''. dediklerini harfiyen yapıyorum çünkü komutan o. ölçtüğü değeri bana da gösteriyor ve masada oturan kapalı kadına dönüp ''183 cm'' diyor. ardından eliyle boy ölçüm cihazının yanındaki hassas tartıyı gösteriyor. bizi bu odaya getiren kadın tartının önünden ayrılıyor, geçiş iznini bana veriyor. 

bina sadece koridorlardan oluşmuş olabilir. her koridorun sonunda garip bir oda. odada görevli garip insanlar. odaya giriyorum, verevine çizgileri olan mavi bir gömlek giymiş, gözlüğü burnunun altında orta yaşlı bir adam karşılıyor beni. masasının üzeri muntazam. 

''merhaba burak, ben fatih.''

''merhaba fatih bey.''

''sen girmeden önce cv'ne bakma fırsatı buldum, zaten ingilizceyle ilgili mülakatı geçip buraya geldin. o yüzden direkt bilmek istediğim şeyler konusunda konuşmak istiyorum. senin benim karşıma oturma sebebin nedir burak? kabin memuru olmak istiyorsun ama neden, önce oradan başlayalım.''

''beni yanlış anlamayın ama ki biri böyle söylüyorsa bence kesin yanlış anlaşılacak bir şey söylemeye niyetlenmiştir türk hava yolları'nda dahi bu kadar klasik bir soruyla karşılaşacağımı ummazdım fatih bey. tabi sanırım bu soruya verilecek cevabı çok önceden düşünmem gerekirdi lakin düşünmedim. iki sene önce havalimanındayken kabin memurlarının çektiği fotoğraflardan oluşan bir sergi görmüş ve adamakıllı etkilenmiştim. kabin memuru olma fikri ilk o zaman yerleşti içime. iki sene boyunca da aralıklarla internette ilan açıp açmadığınızı kontrol ettim. her kontrol ettiğim günün gecesinde ben de kendime aynı soruyu sordum. prestij, kazanç, dünyayı dolaşmak... bunlar dışında bir cevabım var ama henüz ben de bilmiyorum.'' bütün hepsini bir çırpıda söylüyorum. sanki araya girse bütün konuşmanın büyüsü bozulacak, cümlelerimi tekrar toparlayamayacağım gibi hissediyorum. fatih beyi şaşırttığımın farkındayım, benim istediğim de bu. 

''umarım cevabı bulduğunda sana sıradan bir cevap gibi gelmez ama belki de cevap prestij, kazanç ya da dünyayı dolaşmaktır. insanlar kendilerine pek sık yalan söylerler.''

fatih bey birkaç dakikada kurduğum egemenliği iki cümleyle yıkıyor, koltuğunun hakkını veriyor. belki de o haklıdır, sadece para için bu işi tercih ediyorumdur. gardım düşmemeli, çünkü bugün burada bir zafer kazanırsam bu tüm insan kaynaklarına, tüm işe alım uzmanlarına karşı kazanılmış bir zafer olacak. fatih beyin sözlerine hiç kulak asmıyorum. 

''ilk sorum kadar klasik bir soru daha sormama izin ver o zaman burak. bu işe kabul edildin ama aynı zamanda atlas jet seni 5000 lira gibi bir rakamla işe almak istiyor. tercihin ne yönde olur?''

''şimdi fatih bey, siz bu soruyu sorarken aklıma başka bir şey geldi. bir işe alım uzmanının başka bir işe alım uzmanıyla iş görüşmesi yapması ne kadar mantıklıdır!'' fatih beyin sorusunu göğsümde yumuşatıyorum. ''diyelim siz bir soru sordunuz, adayın soruya verdiği cevapla aslında neyi ölçtüğünüzü karşınızdaki aday da biliyor. o zaman buna göre cevap veremez mi, yalan söyleyemez mi, ha siz dersiniz ki o zaman yalan makinemize sokuyoruz adayı, orasını bilemem.'' yüzde bir tebessüm bırakıyorum, işte böyle hücum oynamaya niyetliyim. cevap vermesine fırsat vermeden devam ediyorum. ''ama fatih bey ben sorunuza cevap vereyim istiyorum. adayların büyük çoğunluğu gitmem demiştir çünkü hayali bir işe atlayıp ellerindeki işi kaybetmek istememişlerdir. vallahi 5000 iyi bir rakam, eğer sürekliliği olacak, beni hep aynı yerde saymaya mecbur etmeyecek bir iş fırsatıysa kabul ederim.'' meşin yuvarlak ayağımda fatih beyin kalesinin önünde gol kovalıyorum. 

''vallahi burakcım 5000'i ben de kazanamıyorum, bana verseler ben de kabul ederim. aslında daha elimde neden türk hava yolları, bize ne katabilirsin, bu işi yapabileceğine inanıyor musun gibi klişe sorularım var fakat ben duymam gereken cevapları duydum. sormak istediğin bir şey yoksa beni klişelerimle yalnız bırak.'' fatih beyin suratı gülüyor. topu altı pasın içinden kaleciyi de geçip boş ağlara yuvarlıyorum. elimi uzatıp tokalaşıyorum. ''görüşmek üzere fatih bey.''

tartıdan iniyorum. biraz önce geçiş izni aldığım kadın yere bakarak konuşuyor ''maalesef boy-kilo oranınız türk hava yolları standardını tutmuyor, elendiniz.'' biraz önce sindiğim noktaya dönüp çorabımı ardından ayakkabımı giyiyorum. çıkarken kolay gelsin demeyi ihmal etmiyorum. odadan çıkıp dış kapıya yöneliyorum, tam binadan çıkarken bekleme odasındaki az rütbeli kadınla göz göze geliyoruz, suratında nereye gidiyorsun bakışı var ama konuşmasına fırsat vermeden hızlanarak kapıdan geçip dışarı çıkıyorum. 

2 yorum:

lainey stewart dedi ki...

pek akıcı yazmışsın. tarzını pek beğendim. içerik ise sonuç itibariyle üzdü ama hikaye olarak merakla okudum. sorulara cevabın ise şahaneymiş bana göre.

Adsız dedi ki...

üzüldüm panpa