24 Ağustos 2012 Cuma

gri ve soğuk


***
i. bilinen

filmlerde görebileceğiniz tarzda bir yağmur başlamıştı. rüzgâr şiddetli, gökyüzü koyu mavi, bazı bulutlar diğerlerinden daha koyu maviydi. eve sonradan dâhil edilmiş yalancı balkonun açık penceresinden vücudumun yarısını dışarı sarkıtmış karşıdaki apartmanların kiremitlerine çarpan yağmur damlalarını izliyordum. oturduğum süre boyunca arada bir antenini oynatmak için balkona çıkan salih dışında kıyıda pek seçemediğim birkaç kişi daha gördüm. bir de bir aralık tren istasyonuna baktığımda gözleriyle beni takip eden bir yabancıyı seçtim. hava iyiden iyiye soğuyordu, içeri geçip üzerime bir hırka geçirdim, geri dönerken de sigara paketinden ağzı bana dönük bir sigarayla çakmağı aldım. bunları yaparken istasyona yaklaşan trenin sesini duyuyordum. tren gelir, yabancı gider.

geri döndüğümde sigarayı içmek istemedim. insan doğası ne fena, kısa sürede ne tür hazlardan vazgeçebiliyor. hiçbir şey yapmak istemiyordum. böyle zamanlarda (boş zamanlarımda) mutlaka kitap okurdum. bu ne bayağılık. boş zamanlarında kitap okurdu zat-ı alleri. begonyaların arasında duran budala’ya uzandım. gençliğimde dostoyevski okumuştum ve bana kalırsa yeraltından notlar ne kadar ağır ilerleyen bir kitapsa budala o kadar akıcıydı. bir süre sonra kitap okumaktan da caydım. dediğim gibi bunlar hep bayağılık belirtileridir. mutfağa dönüp yemeği hazırlamaya koyuldum. insanın hayatını pırasa pişirirken yeniden kurgulaması kaç kişinin başına gelir ki. tadına baktım, tuzu biraz eksikti. ayrı bir tencerede makarna için yağ kızdırmaya başladım, sosu züleyha getirecekti.

‘‘tabi annecim, hayır cevap bekliyorum, o da gelir bir saate kadar. babama da selamlar, hay hay başım üstüne, ellerinizden öpüyorum.’’

geri döndüğümde yağ çoktan yanmıştı, döküp yenisine başladım. yağmur açık mutfak penceresinden geçip halının üzerine yağmaya başlamıştı. makarnayı tabaklara boşalttım, yanında kalan boşluğa pırasayı koydum, kenarlarına da birkaç demet maydanoz ekledim. ekmeklikten kepek ekmeği çıkarıp dört dilim -ikimize yetecek kadar- doğradım. raftaki bardaklara uzandım, dengemi kaybedip birine çarptım, bardak yere düştü, kırılmadı. bu sefer kırılmadı ama bir dahaki sefere kırılmayacağının garantisi yok. işte tam böyle düşündüm. sürahiyle birlikte bardakları da masaya getirdim.

***
ii. az bilinen

televizyonun sonsuz sayılı reklam seslerinin arasında boğulmak üzere olan telefonun sesini çekip çıkardım.

‘‘efendim canım?’’
‘‘demir özlü’nün bunaltı diye bir kitabı var, bilir misiniz? bence bilmezsiniz. sartre hayranı olan özlü bu kitabıyla bulantı’ya gönderme yapmıştır. esasında demir özlü gibi tezer özlü’de de bir parça var oluşçuluk bulabilirsiniz, aslında onunki var olmayıştır.’’
‘‘peki teşekkürler.’’
‘‘iyi günler beyefendi.’’

***
iii. tahmin edilen

genellikle çalıştığım günleri bulduğuna inandığım sert sağanak bir yağmur başlamıştı. yenikapı sahil yolunda her zamanki yerimde göreve hazırdım. arabanın sacını döven, camına çarpan, az açık penceresinden içeri giren yağmur mutlak bir tedirginlik havası yüklüyordu. gazetenin en güzel kısmını -cumartesi ekini- en sona bırakmıştım. okurken arada bir elim silecekleri çalıştırmak için kola gidiyordu. içeride üç ses -yağmurun, sileceklerin ve dörtlünün sesi- bir ahenk oluşturuyordu.

cumartesi ekinin ortalarındayken içten içe beklediğim anons geldi. ‘‘sahil yolu yedinci kilometresi yenikapı-e5 bağlantı noktasında gri bir araç bariyerlere çarpmış, yakın araçların bölgeye acilen intikali gerekmektedir.’’ gazeteyi hızlıca dürüp arka koltuğa bıraktım, dörtlüleri söndürdüm, sola sinyal vererek yola katıldım. bugün birisinin ölüm haberini vermek istemiyordum. sıkışmış trafiği açmak için önümdeki araçlara korna yapıyordum. on dakika içerisinde kaza yerine vardım. merkezden ambulansın yolda olduğu bilgisini aldım.

***
iv. kazara öğrenilen

tam kapatmak üzereydim ki telefona cevap verdi.

‘‘efendim canım?’’
‘‘iyi günler beyefendi, ben polis memuru x. züleyha y.’nin nesi oluyorsunuz?
‘‘eşiyim ben, buyurun.’’
‘‘eşiniz yenikapı sahil yolunda bir kaza yaptı, yağmur sebebiyle direksiyonun kontrolünü yitirmiş, bariyerlere çıkmış, samatya hastanesine götürülüyor, şayet siz de oraya gelebilirseniz...’’
‘‘peki teşekkürler.’’

***
v. gerçekte var olan

işten yorgun ayrılmadığım bir cumartesi mutluluğu hâkimiyeti; etrafa saçılan, giyimiyle kuşamıyla bir örnek insanlar; şiddeti sual olunmaz bir yağmur; şemsiye satıcıları; arabanın yerini bulma telaşı; otoparktan çıkarken unutulduğu akla gelen makarna sosu; bir an önce eve varma telaşı; açık bulunan sahil yolu… 

Hiç yorum yok: