21 Temmuz 2010 Çarşamba

sıradan şeylerin boktanlığı

… Eski bir çiftlik evinin önünde durduk. Minibüsü arka bahçeye park ettikten sonra biraz soluklanmak, fazlaca da etrafı seyretmek gayesiyle temiz olmasını pek önemsemediğimiz sandalyelere oturduk. Manzaradan hatırımda kalanlar; sınırları çitlerle ve yer yer taşlarla belirtilmiş yemyeşil tarlalar, çok uzakta koyunlarını otlatan fakir bir çoban, yakınımızda üzerine bezler bağlanmış eski bir ağaç ve bir de ara sıra kendini gösteren çekingen güneş.

***

Saat 4 gibi ön taraftan bir motor sesi geldi. Pek önemsemesekte içimde bir merak oluştu. Ürkek adımlarla ön bahçeye doğru yürüdüm. Görüş açıma önce köşeye park edilmiş altın sarısı bir motosiklet girdi, sonrasında tüfeğini yanına indirmiş, başını öne eğip çiftlik kapısının önüne oturmuş yaşlı Paul. Ayağında çamurlu botlar, üzerinde paçaları kirlenmesin diye kıvırdığı gri bir tulum, üstünde kollarını kıvırdığı gri oduncu gömleği, başında takımı tamamlayan gri kasket. Paul’u tanımayan birisi, onu beyaz ve dolu dolu sakallarıyla pek ala Can Yücel’e benzetebilirdi.


Beni görür görmez ellerini baba şefkatiyle açıp sıkı sıkı sardı, sanki yılardır bu anı bekliyormuşuz gibi. Hal hatır ettikten sonra bahçeye güzel bir sofra kurduk. Paul rakıyı bilen hatta yanına karidesten iyi mezeler hazırlayabilecek ustalıkta bir İskoç’tu. Sofranın krallara layık olduğunu söyleyemesem de eski dostlara layık olduğu aşikârdı. Çatallar mezelerle buluşuyor, mezeler midelere iniyor, boşalan bardaklar yenileniyor, eski günlerden sohbetler açılıyordu. Benim tek düşündüğüm ise James Dean’in halt etmiş olma ihtimaliydi çünkü insanın böyle bir manzara karşısında ne hızlı yaşaması gerekiyordu, ne de genç ölmesi.

***


Hava, güneşin hükümdarlığını tümüyle yitirmesiyle yerini mevsim yağmurlarına bırakacak gibiydi. Hatta beklediğimiz gerçekleşti. Ne kadar yüksekten geldiği belli olmayan bir yağmur damlası, bardağımın içindeki suyla kucaklaştı ve ben bunu gördüm. Bazen bir saniye ötekinden daha uzun gelir ya insana, işte öyleydi. Bahçeyi öylece bırakarak eski merdivenleri, eski gençliğimizle, birer ikişer zıplayarak geçip eve ulaştık. Paul bizim için iki de güzel divan hazırladı. Sabaha kadar bir güzel uyku çektik. Sabah uyandığımızda Paul henüz uyuyordu. Aslında dostlara yakışır bir vedalaşma yapamadık. Masasının üzerine gençliğimizde çektirdiğimiz ve onun kaybolduğunu sandığı fotoğrafı bıraktım arkasına tarihi yazarken.

Sevgilerle Paul.
Mayıs 1989

Hiç yorum yok: