5 Temmuz 2010 Pazartesi

mavi mi, kırmızı mı?

Hayatta zor günler geçiriyorsun. Hatta bu seferki en zorlarından. Biraz olsun kafanı toparlamak için mutfağa gidiyorsun, dolabı açıp içi dolu kahve fincanına uzanıyorsun. Aklına iki şık geliyor. Ya kahve fincanı avuçlarının arasından kayıp yere düşüyor ya da kahve fincanı boş.

Sonra vazgeçip odaya dönüyorsun. Bilgisayarının yanı başında bıraktığın kitabın arasına ayraç diye yerleştirdiğin telefonu alıp arkadaşını aramak istiyorsun. Tam o anda aklına iki şık geliyor. Ya telefonunun şarjı bitmiş ya da hiç kontörün kalmamış.

En sevdiğin sözü söylüyorsun ‘olur öyle’. Gerçekten de oluyor bazen. Tedirginliğini üstünden atmak için bilgisayarından sakin bir şarkı açıyorsun: Eddie Vedder; Guaranteed. Biraz rahatlar gibi oluyorsun. Başına gelenleri düşünmek için yatağına uzanıyorsun. Bir anda şarkı sesi kesiliyor, bilgisayar mı bozuldu derken çamaşır makinesinin de durduğunu fark ediyorsun. Aklında yine iki şık: ya elektrikler kesildi ya da arkadaşın yine faturayı yatırmayı unuttu.

2 saat geçmesine rağmen elektrikler gelmiyor. İşte şimdi hapı yuttun. Akşam giymek istediğin elbise çamaşır makinesinde, üstelik henüz temizlenmemiş vaziyette. Ne yazık ki kararını değiştirip daha önce burun kıvırdığın beyaz elbiseni giymek zorundasın. Buna da şükür diyen bir havan var. Buluşmaya geç kalmamak adına hemen giyinip dışarı atıyorsun kendini. Bu saatte bir taksi bulman, şansın sana döndüğünün bir işareti gibi. Ama yolda anlamsız bir trafik var. Aklında iki şık beliriyor. Ya ileride bir yerlerde kaza olmuş ya da yol çalışması var.

Buluşmaya iyiden iyiye geç kalıyorsun. Şoför deneyimli olmalı ki ara sokaklardan giderek seni barın önüne hemencecik ulaştırıyor. Şoförün bu iyiliğine karşılık suratın biraz olsun gülümsüyor. Hiç vakit kaybetmeden arabadan inip kaldırıma adım atıyorsun. Zaman yavaşlıyor, adımı atar atmaz ayağın kayıyor. O gizemli anlardan birinde yine aklına iki şık geliyor. Ya ayağın burkuluyor ya da ayakkabının topuğu kırılıyor.

İlk şıkka göre ikincisi daha merhametli. Evet, ayakkabının topuğu kırılıyor. Bu anda işte o çok sevdiğin durumu kurtarabilme kabiliyetin devreye giriyor. Hemen köşedeki ayakkabıcıdan bir babet ayağına geçiriyorsun. Biraz terlemiş olmana rağmen hala güzel kokuyorsun. Barın kapısının önüne geliyorsun, saatine bakıyorsun. Neredeyse 1 saat gecikmişsin. Yine de bu kadar terslikten sonra iyi bir şeyleri hak ettiğini düşünüyorsun. Bara giriyorsun, sahne de bir grup, dillerinde Everly Brothers’dan ‘bye bye love, bye bye happiness’.

Kızgınlığın, öfken, umudun, hayallerin bir anda çullanıyorlar üstüne. Hayata tutunabilmek için iki şık var önünde; iki kablo, birisi doğru, birisi yanlış. Makasın elinde fakat hangi kabloyu kesmen gerektiğine karar veremiyorsun.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

waowwwwww!!!!
'bak bu tamda benim hikayem' diyen bir sürü kişiden birisiyim..
* evet o benim. (:

Burak B. dedi ki...

filmini de yapmak nasip olursa senin olsun o da.