''iyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta, savaşta ve barışta, dünyada ve marsta, gündüzde ve gecede birbirinizi seveceğinize, koruyacağınıza söz veriyor, öncelikle burak bey'e sormak istiyorum, naif kızı gülseren'i eşliğe kabul ediyor musunuz?''
''evet.'' şak şak şak şak. bana neden sordu ki şimdi, önce gülseren'e sorsaydı keşke. o çok takar böyle şeylere.
''şimdilik önceliği erkeklere verelim, sonra zaten bize geçer di mi canım. neyse neyse uzatmayayım efendim. peki siz gülseren hanım, başta saydığım hususlar çerçevesinde naim oğlu burak'ı eşliğe kabul ediyor musunuz?''
''evet.''
''ben de ü. ilçesi belediye başkanının bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri k... koc. il.. ed . y. gelini ö. pe.....
anılar aklımdan hep garip anlarda koptu, bakarak takip etmediğim hiçbir olayı aklımda canlandıramadım. binlerce kez üzüldüm bakarak takip etmediğime, iyi bir dinleyici olmadığım kanısına vardım, bunun için doktora dahi gittim, psikolojik olabilirmiş. sonra ara verdim, hatırlarım, hatırlamalıyım diye düşündüm, bunları düşünürken boş durmadım bir sigara yaktım. zihnimin içinde belki zorlarsam çıkarabileceğim tepkiler aradım.
''burak bey, ben söylemeden de eşinizi öpebilirsiniz, ilahi.'' ne münasebetsiz bir kadın bu da, gülseren kıpkırmızı kesildi, neyse öpeyim de rahatlasın bari. gerçi burayı da o seçti, benim ne kabahatim var. dur daha da uzun sarılayım kolay kolay geçmez kızarıklığı. gerçi takı töreni de burada olacak, hızlı davransak iyi ederiz, zaten diken üstünde hissediyorum. heh, görevlilerden biri geliyor bu tarafa.
''afedersiniz, takı törenine geçm..i. ger...yo. da sizi ş......
sonbaharın başında bozan hava içinde kış mevsiminden esintiler barındırır. tam da öyle bir güne döner tüm sözcükler. amansız hastalığın pençesinde cebelleşen sinsi yağmur damlaları olur soğuk, ıslatır etrafı, hasta eder insanı. dönmek istemediğim kısmi zamanlı baş ağrıları gibi kıvrandırır, hiç tanışmak istemediğim iş arkadaşları gibi yapışır yakama. sessizlik bir andan daha kısa bir an, ardından gürültü, sistematik hız, mekanizma, çelişki, sünepe. bütün küfürler sıralanır aklımda. oturur, geçmesini beklerim, hırslandıkça kalp çarpıntım çarpı sinir katsayım kadar tahammülsüzleşirim. hissizleşirim bir süre sonra. hatırlayamamak insana bu kadar acı verir işte.
''teşekkürler ahmetcim, artık darısı başına, tabi tabi oturmaya da bekleriz.'' gülseren kesin bana gülüyor, gerçi ben de neler söylüyorum, demek ki damat olunca kaçarı yok böyle konuşuyormuş insan. hakkında atıp tuttuğum herkesten özür diliyorum.
''tabi afife teyzecim, bir hafta sonu maaile bekleriz, ayağınıza sağlık.'' ya, gülseren hanım gülme komşuna demişler, şimdi anladın mı benim halimi! işe bak, afife teyzesi doğru düzgün çekmesi için fotoğrafçıyı uyarıyor. ben de güleyim derken acaba çok mu sırıttım, gerçi ben hayatımda hiç bu kadar çok fotoğraf çektirmedim ki, ne kadar güleceğime nasıl karar vereyim. keşke prova etseydim, kim bilir nasıl şapşal çıkıyorum, zaten belim ağrıdı.
''burak, akşam sana he.a..nı sora.r.m g.lme b....
''efendim gülseren, ne dedin?'' afife teyzesi bir kez daha öpmek için gülseren'i çekiştirince sorum da havada kaldı, neyse sonra sorarım.
niye sonra, niye şimdi değil de sonra. sanki sonra aklında tutup da sordun mu! bunu söylerken suratı nasıldı acaba? kendisine güldüğümü anlamıştır da kesin kızarmıştır yine. suratına baksaydım keşke ama o sırada fotoğraf çektiriyordum. sahi kimle fotoğraf çektiriyordum ben o anda, onu hatırlarsam suratını da bir ihtimal görebilirim. hatıralar silinir mi insanın aklından, ben silinmeyeceğini sanırdım. şimdi suratını bile hatırlamıyorum. belki sokakta onlarca gülseren görüyorum, gözlerimin içine bakarak ben buradayım, baksana bana diyorlar, hatta bazılarına ben de bakıyorum ama o anı hatırlayamıyorum işte.